İçeriğe geç

‘Nasıl bir hayat yaşamaya değer’ sorusuna yanıt aradığımız “İyi Yaşam ve Mutluluk Üzerine” hakkında

“İyi yaşam ve mutluluk üzerine” hakkında Oksijen’de yayınlanmak üzere Sibel Oral’ın sorularına yanıtlar (Temmuz 2021)

“Mutsuzluk o kadar yaygın ki! Belli ki, tüketim ekonomilerinin pompaladığı hedonizm, narsizm ve bencillikle depresyondan başka yere varılmıyor. İnsanın kendi hayatını irdelemesi, başkaları için ışık üretmesi gerekiyor.”

YENİ DÖNEMDE NELERE ŞAŞIRIYORUM?
Şaşırma ibrem bozuldu. Artık neye şaşıracağımı bile bilemiyorum. En tuhaf şeyler olağan görünüyor, en olağan şeyler de tuhaf! Öyle şeyler söylüyorlar ki, acaba onlarla aynı evrende mi yaşıyorum diye soruyorum. Demokrasi olduğunu iddia eden bir ülkede bir organize suç örgütünün lideri haftalarca gündemi ele geçirirse ve bu adeta normalleşirse ne yaparsınız? Dün, bugün, yarın hepsi içiçe geçmiş durumda. Huxley’nin “Cesur Yeni Dünya”sının papuçlaını dama atan bir dönem: “Şaşkın Yeni Dünya!”

ADA’DA YAŞAMAK NASIL BİR ŞEY?
Herkes adaları sevmez. Bazıları sıkıntılı bulur. Bir de benim gibi islomaniac’lar, ada tutkunları da vardır. Belki de eşimin söylediği gibi yengeç burcundan olmamla ilgilidir. Adalar, zamanına ve insanına göre hem sığınak hem de hapishane olabilirler. Hangisi? Ada adlı romanımın ana sorusu budur. Ben insanlardan kaçan münzevi biri değilim. Uzun yıllardır bir parçası olduğımız adada sosyal hayatımız İstanbul’dakinden daha canlıdır. Yalnızca yazın değil, kışın bile öyle… Bozcaada benim için bir çeşit fabrika ayarlarına dönme yeri olageldi. Doğanın ritmini hatırladığım, rüzgarlara teslim olduğum küvet… Herkesin böyle bir yeri olmalı diye düşünürüm. Yıllar yılı Babıali’nin hoyrat fırtınalarından yoruldukça Bozcaada’ya sığındım. Artık tam adalıyım. Ada dünyadan kopuk bir yer değildir aslında, bir mikro-kozmos ya da “mini-evrendir. İnsana ait olan iyi kötü her şeyi orada bulabilirsiniz.

KOMŞUMUZ ARİSTOTELES’ NİÇİN ZİYARET ETTİK?
Bozcaada, Antik Tarih’in maketinin tam ortasında yer alan bir taş parçasıdır. Adanın 180 metre rakımlı en yüksek tepesine çıkınca Midilli’yi, İda (Kaz) Dağını, Troya’yı, Çanakkale Savaşlarının bazı savaş alanlarını, Semadirek’in Fengari tepesini , Gökçeaada’yı, Limni’i ve havanın çok açık olduğu günlerde Olimpos’u görürüz, Antik Çağ’da önemli bir adaymış burası, gelmiş geçmiş en büyük düşünürlerden Aristoteles de ziyaret etmiş; şuracıkta, Assos’ta bir akademi kurmuş. Ana ders konusu “Nasıl bir hayat yaşamaya değer? Ne zaman mutlu oluruz? Nasıl yaşarsak hayatımızı israf etmiş sayılmayız” sorusuymuş. Bundan daha önemli bir soru olabilir mi? Adanın poyrazı insana o soruyu sordurur. Kitapta onları deştim. Arada üstada selam göndererek adalılarla aramızda tartıştık…

ADADA BİR GÜN NASIL GEÇER?
Yıllardır kasabanın dışında yaşarız; üç dönümlük bir bağımız var. Eski kütükleri söküp yeni çubuklar dikmiş, bir kısmını da bahçeye çevirmiştim 20 yıl önce. Tam bağcı olmadım ama bahçivan oldum. Günün en keyifli saati sabah ekenden bahçeyi teftiş saatidir. Çoğunu ellerimle diktiğim çiçekleri, fidanları, ağaçları tek tek dolaşırım. Bugün bana ne sürpriz hazırlamışlar diye bakarım. Hiç hayal kırıklığına uğratmazlar. Hiç ummadığın bir kaktüs, bir sabah sefası, bir zambak açıvermiştir. Bahçemin sakinleri son derece dürüst ve sadıktır. Size acele etmemenizi, her şeyin bir zamanı olduğunu fısıldarlar. Çağımız insanının sabırsızlığına karşı, doğanın mesajı yatıştırıcıdır: “Bekle, geliyorum,” daha sonra da, “kıymetimi bil, gidiyorum”. Bu kadar basit. İnsanın, hayatın bir döngü olduğunu unutması en büyük mutsuzluk nedenlerinden birisi bence.
Her gün bağlar ve tepeler arasından uzun yürüyüşlere çıkarım. Bazen Çayır kumsalına inerim ama birkaç yıldır denize girmiyorum. Onu da bol bol yaptık bir dönemde. Geride bıraktığımız için mızıklamamak mutluluğun sırlarından biridir… Adalılar da pek girmez denize. Soğuktur ve turistlere ikramımızdır.
Dostlara ikramımız ise kendi yaptığımız şaraptır: kırmızı Şiraz, beyaz Çavuş ve Vasilaki. Başlangıçta pek bir şeye benzemiyorlardı ama bu işten anlayanlar gittikçe ustalaştığımızı söylüyorlar. Geçen yıl yazdığım Güzel Mavrella aslında bir pandemi romanı olduğu kadar bir bağcılık kitabıdır. İkinci adını hatırlayın: “Bütün Yollar Bağlara Çıkar.”

PANDEMİ BİZE NE YAPTI?
İnsanlar bazı şeylerin değiştiğini kolay kolay farkedemezler. Koronavirüs pandemisi insanlık tarihinin dönüm noktalarından biridir. Büyük bir olasılıkla Dijital Çağ’ın resmi başlangıcı olarak tarihe geçecektir. İnsanların, çevresel açıdan çok pahalıya mal olan fiziksel hareketliliğinin yerini dijital hareketlilik alacak, “fare yarışı” biraz yavaşlayacaktır. Buna bağlı olarak doğanın önemi de yeniden kavranacaktır. Ben adalılıların günlük yaşamlarında bile bunun belirtilerini gördüm. Pandemi “böyle gitmez!” diyor, müsilaj da o mesajı vurguluyor. Peki ne yapacağız? O konuda net bir yanıt yok. Ama, bulunacaktır bulunmak zorundadır. Yoksa kötü…

İYİ YAŞAM VE MUTLULUK MÜMKÜN MÜ?
İngilizlerin ata sözüyle “Yaşamın olduğu yerde umut da vardır.” Pandemi dolayısıyla insanlığın önemli bir bölümü “Nasıl yaşıyorum?” sorusunu sormak zorunda kaldı. Çok iyi yaşamadığı sonuçlardan belli oluyor, Bizim komşu bunu 2500 yıl önce söylemiş oğlu Niko’ya verdiği öğütlerde. Edebiyatın insanlara vermesi gereken belli başlı hayat vitaminlerinden birisi bence budur.

ÇORAK ÜLKE, ÇÜRÜK ÜLKE Mİ OLDU?
Siyasal İslamcı yönetim tarafından entelektüel düzlemde sistematik olarak çoraklaştırılan ülkemizin, ahlaki olarak da çürümüşlüğü “iyi yaşam ve mutluluk” sorununu daha da çetinleştiriyor. Şu dönemde özellikle Cumhuriyet projesine inanan insanların mutsuz olması için o kadar çok neden var ki… Şizofrenik çığlıklar ve dört bir yandan yükselen kötü kokular arasında ne yapılabilir? Bu yalnızca siyasal değil aynı zamanda ahlaki bir soru. İyi yaşam isteyenler, iyi yaptıklarını daha da iyi yapmak zorundalar — ki benim mutluluk tanımlarımdan biridir. Yani, öncelikle teslim olmamak, üretici kalmak gerekiyor!

ANILARIMI YAZIYORUM: HAYIR DEMENİN ÖNEMİ
Evet, anılarım üzerinde çalışıyorum. Bir otobiyografiden çok bir anılar demeti olacak. Fonda değişen Türkiye ve basın/medya var. İki cilt olacağa benziyor. Anlatacak çok şey var: Örneğin henüz gazeteci değilken Amerikalı zenci lider Malcolm X ile İngiltere’de röportaj yapışımı anlatıyorum… “Hasbelkader” Türk medyasının en kritik değişim evrelerinde bulundum. TRT’de İsmail Cem dönemi, Politika gazetesi, Nokta dergisi, Hürriyet, Güneş, Cumhuriyet gazeteleri , 9 yıl Arena editörlüğü, Radikal, Fethullahçılar tarafından tasfiye… Daha devamı da var. Kitap “Türk basın tarihi” rafında yer alsın istiyorum.

Anı yazmak, insanın birlikte çalıştığı insanlar kadar kendi hayatını da daha iyi anlamasını sağlıyor. Örneğin, İsmail Cem’i şimdi daha iyi anladığımı söyleyebilirim. Soluk soluğa yaşarken üzerinde düşünmeye vakit bulmadıklarınızı yeni perspektiflerden irdeleyerek, bir çeşit geviş getirerek, görebiliyorsunuz. Hatalarınız, doğru yaptıklarınız belirginleşiyor. Örneğin, yazarken gördüm ki, “günün sonunda”, mutluluk açısından “Hayır”ların rolü belki de “Evet”lerden daha fazla.

İki örnek: Yıl 1977. TRT’den atılmıştık, Politika Gazetesi batmıştı, Boğaziçi Üniversitesi tezimde hükümeti eleştirdim diye işe almamıştı. İki çocuk sahibi ve işsizdim. Feyyaz Tokar yemeğe çağırdı, Çok iyi parayla Bosfor Turizm’ın genel müdürlüğünü teklif etti. Teşekkür ettim, hayır dedim… 1990’ların başında Bülent- Rahşan Ecevit çifti evimize gelip DSP’ye davet ettiler ve en yüksek mevkilerden birini önerdiler. Gene hayır dedim… Şimdi “hayır” demekle ne kadar doğru yaptığımı daha iyi anlıyorum. Kendimi bir iş adamı ya da politikacı olarak düşünemiyorum. Çok mutsuz olurdum.

Hayatımızı tuğla tuğla duvar yapar gibi karar karar inşa ediyoruz. Bu sonuna kadar böyle.

Paylaş:
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir