Zamlar nedeniyle bu yaz gidemesek de göremesek de aklımız Akdeniz’de, çünkü Akdenizli olmayı sevdik. Bize Avrupalı olamazsın diyenler çok oldu ama, Akdenizli olamazsın diyen henüz çıkmadı. Bu konu öteden beri ilgimi çekmiş, zaman zaman yazılarıma girmiştir. Avrupa Birliğine girme yolları tıkanmış olsa da, Akdenizlilik süreci toplumsal ve duygusal düzlemde ilerliyor.
Ege’yi ve Marmara Denizi’ni de Akdeniz’in içinde sayıyorum.
Bu konuyu geliştirip günün birinde kitaplaştırmayı umuyorum.
Bakın, neredeyse günü gününe tam 10 yıl önce bir internet sitesinde ne yazmışım:
AKDENİZLİLEŞME: ASIL BÜYÜK DEĞİŞİM
Akdeniz’in biz Türklere, Türkiye’de yaşayanlara mesajı nedir?
Bence, bu mesaj bir çağrıdır, gel bana uy, benim istediğim gibi yaşa davetidir. Türkler yüzlerce yıl direndikleri bu mesaja 20. yüzyılda kulak vermeye başladılar. Özellikle son 50 yılda gönülden benimsemeye başladılar.
Türklerin göçebe bir geçmişten geldiklerini biliyoruz. Orta Asya’dan başlayan Batı’ya büyük göçün ancak Atlantik kıyılarına varıldığında duracağına inananlar çoktu. Türkiye’den Almanya’ya işçi göçünün bile bu çerçeve içinde değerlendirildiği olmuştur.
Ama ne oluyor? Türkler oraları pek sevmedi. Kendisini oralı hissetmedi. O işçilerden bir kısmı geri döndü, kimileri dönüyor, kimileri ise dönüş hayalleri kuruyor.
Dönenler nereye dönüyorlar? Genellikle Ege ve Akdeniz bölgesine. Türkiye’nin doğudaki nüfusu nereye doğru akıyor? Ege ve Akdeniz bölgelerine.
Bunu yalnızca demografik olarak söylemiyorum, yaşam tarzının Akdenizlileşmesini özellikle vurguluyorum.
AKDENİZLİ “WAY OF LIFE”
“American way of life” denince ne denmek istendiğini kabataslak biliyoruz. Yaşam tarzının Akdenizlileşmesi de sosyolojik ve kültürel bir kavram. Kuşkusuz psikolojik boyutları da var. İnsanların bu tarihi denizle tanışması, onu sevmesi, denizcilik becerilerini kazanması, mutfağını zeytinyağına ve otlara teslim etmesi, futbol tutkunu olması gibi bir çok gözlemlenebilir yanı var.
İtalya’da, İspanya’da, Yunanistan’da; kısmen İsrail, Lübnan, Tunus ve Mısır’ın İskenderiye’sinde ağırlıklı olarak karşımıza çıkan bir tutum ve davranışlar bütününden söz ediyoruz.
Akdeniz, örneğin Barbaros döneminde “Türk gölü” oldu ama, hiçbir zaman İtalyanlarınki gibi “Mare Nostrum” (“Bizim Deniz”) olmadı.
Osmanlı denize dışarıdan baktı. Akdenizli yaşam tarzı Rumlara ve Levantenlere bırakılmış olan alanlarda, bütünden kopuk olarak varlığını sürdürdü.
İşte değişen bu. 50-60 yıldır Türkler ortak bir kültür havuzuna girmiş gibi yaşamlarını, mutfaklarını, giyimlerini vb. onlarınkine benzer biçimlere sokuyorlar. “Türk tipi” deyince akla Orta Doğulu’dan çok Akdenizli bir tip geliyor.
Aralarında elbette hala farklar var ama, kim İtalyan, kim Yunanlı, kim İspanyol, kim Türk, ayırt etmek zorlaşıyor.
HANGİ BATI
Mustafa Kemal “İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” demişti; onun asıl hedefi Aydınlanma zihniyetini içselleştirmiş, katı diyebileceğimiz bir rasyonalizme, ampirik pozitivizme dayanan Kuzey Avrupa uygarlığıydı. En hakiki mürşidin bilim olduğu uygarlık!
Atatürk’ün ölümünden 75 yıl kadar sonra görüyoruz ki, Türkler tüm çabalara rağmen o mantığı içselleştiremediler, onun buyurduğu yaşam tarzını tam anlamıyla benimseyemediler. Ona, Akdeniz’e baktıkları gibi, kenardan baktılar. Onun açısından, fazla inançlı, duygusal, fevri ve disiplinsiz kaldılar.
Zaten gittikleri Kuzey Avrupa ülkelerinin “model” insanları da onlardan pek hazzetmedi. Türklerin uyumsuzluğunun günahını, kendi zihniyetlerine değil, göçerken birlikte getirdikleri eksikliklere bağladılar. Türklerin niçin kendileri gibi olamayacağına dair makaleler, kitaplar yazdılar, yazmaktalar…
Yani, kimya pek tutmadı.
Buna karşılık, rasyonellik talepleri daha düşük olan Akdenizlilik Türklere ilaç gibi geldi diyebiliriz.
Türkiye’nin Müslümanları, katı tutarlılığa dayanan Protestanlığın yerine, kendini teslim etmeyi öneren “affedici” Katoliklik ve Ortodokslukla mizaç bakımından uzlaşmayı daha kolay buldular.
Onun zaman anlayışı ve yaşam temposu daha insani geldi.
BÜYÜK GÖÇ BİTTİ
Kısacası, binlerce yıl sürmüş büyük göçün sona erdiğini ilan edebiliriz; yeni yurt nihayet ebedi vatana dönüştü. Artık Türkler’in çoğunluğunun gelecek tasavvurları hep bu denizin, Akdeniz’in, kenarında yaşamak üzerine.
Akdenizliler Türkiye’ye hiçbir zaman sen bizden olamazsın demediler. En azından coğrafi olarak dışlamaya girişmediler. Nasıl girişebilir ki, Akdenizle en uzun kıyısı olan ülke Türkiye’dir!
Bundan 10 yıl kadar önce Yunanlı arkadaşlarım bana “Biz Avrupalılar” diye nutuk atarken hiç inandırıcı olamadıklarının farkında mıydılar bilmiyorum ama ben fena halde farkındaydım. Bir Alman şirket yöneticisi tafrasıyla söylediklerinin ağızlarına hiç yakışmadığını görebiliyordum.
“Bizi” Kuzey Avrupalılardan farklı kılan ortak Akdenizliliğimizin daha baskın olduğunu, birbirimize daha çok benzediğimizi sanırım bugün görebiliyorlar.
Arap yarımadasından esen körleştirici çöl fırtınalarına rağmen Türkiye Akdenizlileşme sürecinde yol almaya devam ediyor.
Başarabilirsek, ortaya çıkanın bu toprakların insanlarına yakışan, içinde rahat edebilecekleri bir kimlik olacağını düşünüyorum.
ABSTRACT
Turks have been responding for quite a while to the call of the Mediterranean. That means adapting to what we might call the Mediterranean life style. It means living and thinking more like the Greeks, Italians, Spaniards and Levantines. And eating like them too. Turks who migrated to central and northern Europe had a difficult time in accepting the rationalistic and positivistic mentality of the Europeans, based on the Protestant ethic. As a result, they themselves felt uneasy and unwanted. Here they are at home. Although land people historically, they have warmed up to the Mediterranean sea over the past 75 years..
Güzel abim başaramazsak;arap yarım adasının ucu ve yaşam şeklî akdenize kadar gelmiş olacak….umarım biz kazanırız.saygilar….