İçeriğe geç

Kitapsız olmaz, ama kitap nasıl olur?

“Devriniz başlıyor ey hatıralar…” deyip, iki yıllık çalışmadan sonra anılarımızın ilk bölümünü alıp, yayınevinin yolunu tuttuk. Onun bir an önce okurların eline geçmesini istiyoruz. Yükselen maliyetler yüzünden yayınevlerinin kitap basmakta zorlandığını biliyoruz. Tezgahlarında sırada bekleyen kitaplar var. Ama, yenilerini basmaya cesaret ve güçleri yok. Nasıl olsun? Nobel’li Orhan Pamuk’un son kitabı (Bir anı kitabı!) 240 liradan satılıyor. O da son zamdan önceki maliyetiyle. Bugün olsa en az 300 lira!

Kim alır, kaç kişi alır? Arkasında kocaman bir banka olmasa hangi yayıncı cüret eder?

Son kağıt ve maliyelerine göre benim 260 sayfa dolayındaki ilk kitap raflarda kaçtan satılmak zorunda? 150-200 lira? Kaçıncı sıradan matbaaya gider? Ne zaman piyasaya çıkar? Kimler alır? Alabilir?

Sorular, sorular… Devriniz başlıyor ey kaygılar!

600 SAYFALIK ROMAN

Tahmin etiğim gibi editör dostum sıkıntılardan, zorluklardan söz ediyor. Haklı.

Durumun vahametini azaltmak için ona:

“O zaman asıl geliş nedenimden, yeni bitirdiğim 600 sayfalık romandan söz edeyim!” diyorum.

Gülüyoruz. 600 sayfalık roman! Hayal. Gerçekler dünyasına dönüp, benim 260 sayfalık kitabın nasıl yayınlanması gerektiğini düşünmek üzere ayrılıyoruz.

Şu anda benim anılar gibi pek çok kitap Araf’ta. Bitmiş ama öteki tarafa gidememiş.

Ne yapmalıyız?

MEDYA ÜLKESİNDE YAŞANANLAR

Anılarım iki bölümden oluşuyor. Birincisine “Ve Tren Gidiyordu”, ikincisine “Babıali’nin Yükselişi ve Çöküşü” adını verdim. Bir otobiyografi değil, anılar demeti, Frenklerin “memoire” dediklerinden. Medya ülkesinde geçirdiğim 60 yılda yaşadıklarımı anlatıyorum. 1974 yılında TRT’de İsmail Cem’in program danışmanlığından, 2010’da Fetöcüler tarafından Radikal’den atılışıma kadar uzanıyor…

“Hasbelkader” basının ve medyanın en kritik dönüm noktalarında aktör ya da tanık olarak bulunmuşum. Yurtdışında yaşadıklarım ve tanıdıklarım da cabası. “Memoire”ın çalakalem bir iç dökme değil, bir edebi tür olduğu bilinci ile yazılmış… Fazla gecikmeden çıkmasını istiyorum. Çünkü bu sadece benim değil, kuşağımın, dostlarımın da hikayesi. Birçoğu aramızda değiller. Onlara borcum var: Bu bir görev!

SEÇENEKLER

Öyleyse ne yapmalıyız?

Yayınevim ideolojik olarak “ilerici” de olsa, teknolojik olarak “muhafazakar” bir yayınevi. Dijital kitap ya da e-kitap seçeneklerinden uzak duruyorlar.

Peki, öyle şeyler yapmadan neler yapılabilir?

Kitabı kısa fasiküller halinde yayınlamak? Sesli kitap ve podcast yollarını denemek? “Kriz”in geçmesini beklemek?

Oysa, bu krizin gelip geçici değil, yapısal olduğunu biliyoruz. Kağıt-mürekkep gazetenin ve kitabın suyunun ısınmakta olduğunu Türkiye’de ilk yazanlardan biri bendim. Kötü haberi verirken Anthony Smith’in 1980 yılında çıkan Goodbye Gutenberg adlı kitabından söz ediyordum ve o yazı sanırım Milliyet Sanat Dergisi’nde çıkmıştı. Dijital teknoloji ile birlikte, fiziksel olarak iletilmek zorunda olan kitap aşılıyor, mantıksızlaşıyordu. Artık kağıt yüktü!

Uzun süredir, benim gibi derdini uzun uzun anlatmak isteyenlere internetin sağladığı olanaklar önerildi. Araya pandemi, ekonomik kriz ve kağıt sıkıntısı gibi yeni etmenler girdi. Bugüne geldik!

Öyle ya da böyle. Metinleri kağıttan değil ekrandan da okumaya alışmak zorundayız. İkisinin tam aynı şey olmadığını bilsek de alışmak zorundayız.

KİTAP RASYONEL KÜLTÜRÜN TEMEL TAŞIDIR

Tabii, kitabın vazgeçilmez olduğu kanısında isek… Dijital mecraların bizi alıştırdığı bölük pörçük, kırpık kurpuk, kısacık kekeme mesajlarla yetinebilenlere diyecek bir şey yok.

Ben kitap formatının rasyonaliteye dayanan çağdaş uygarlığın temel taşı olduğuna inananlardanım. Konuların (ve anıların) derinden irdelenmesinden yanayım.

Editörüm kaygılanmasın, henüz yazmadım ama, kağıt olmasa da, 600 sayfalık romanlar da olmalıdır. Tolstoy’un Anna Karenina’sı 1100 sayfadır. O roman olmasaydı aşk hakkında bilgimiz ne kadar güdük kalırdı!

Haydi, Kont Vronsky’nin Anna’ı sevip sevmediğini Twitter’da anlatın bakalım!

ABSTRACT

I took the first volume of my memoirs telling the story of my life in media country to my publisher, fully cognizant of their economic difficulties. Book prices have sky-rocketed along with everything else, book sales have dropped alarmingly and publishers are afraid of publishing books, especially long books. What will they do with my 260 page long first volume? How soon can they print it? How many people can afford to buy it? What other options do we have? Answers are up in the air. But in the mean time, let me repeat my conviction that books are the building blocks of a rational civilized life – whether on paper of in bytes. We have to make sure the format survives the digital storm.

Paylaş:

3 Yorum

  1. Bülent püsküllü Bülent püsküllü

    Haluk baba;en iyisi e kitap okumak isteyen kredi kartı ile giriş yapıp satın alır. Ancak;tatilde anladım ki güneşin altinda ekran parlıyor kitap parlamıyor. Kitabın yerine hiç-bir şey geçrmez ama bu fiyatlarla ancak 2.el.kitap alabileceğiz….saygılar.

  2. İyi bir konuya değinmişsiniz Haluk Bey. Basılı kitapların yeri elbette ayrı ama dönüşüm de kaçınılmaz. Anna Karenina’yı İletişim’in Ergin Altay çevirisinden basılı formatta okumuştum. Yaklaşık on beş sene olmuştur. Tuğla gibi kitaptı, yazılar ufacık, seç seçebilirsen, elde tutması, taşıması ayrı dert. Eseri sevdiğim için birkaç yıl önce, birebir aynı kitabı e kitap formatında, e okuyucu da okumak istwdim. Sonuç harikaydı. Kağıtla kurduğumuz duygusal ilişki bir yana, e kitap formatının üstünlüğü muazzam fark yaratıyor. Saygılarımla.

  3. Mustafa Dermanlı Mustafa Dermanlı

    Mevcut durumu anlatan, acı ama gerçek bir yazı. Para kazanmayı geçtik, telif verebilmeyi de geçtik, maliyetleri nasıl karşılarız diye düşünüyoruz yayıncılar olarak. Kısa süre sonra “nasıl batmayız” konusunu konuşacağımız ise kaçınılmaz. Ne yazık ki…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir