İçeriğe geç

Yoksa Don’t Look Up’ın gizli senaryo danışmanlarından biri ben miydim?

-English abstract below-

Mavi gezegenin ve insanlığın içine düştüğü traji-komik felaketi anlatan filmle ilgili sosyal medya notumda sormuştum:

“Sakın bu filmin gizli danışmanı insanlığın son durumunu ve zombileşmesini buna benzer kavramlarla anlatan filozof Byung Chul Han olmasın?”

Sonradan aklıma geldi. O çorbada benim de tuzum vardı. Henüz dijital teknoloji yaygınlaşmadan, medya ve özellikle televizyonun kullanımıyla ilgili Amerikan verilerine dayanarak uyarmıştım: Özgürlük alanı olacağı umulan “boş zamanlar” hızla başka bir şeye dönüşüyordu. Ne boş, ne de özgür bir şeye!

Bizim “boş zamanlar” dediğimiz “iş dışı” zamanlara yönelik ilgi geçen yüzyılda arttı. . Aslında o kavramın (leisure) özünde özgürlük ve keyif öğeleri de asaldı. Fakat, onlar örtülü kaldı.

DÜŞÜNCE ZİNCİRİ

O konudaki tarihsel düşünce zincirine bir bakalım:

Her şeyi bilen son insan, “muallimi evvel” ARİSTOTELES, boş zamanları yüceltmiş, tüm insani eylemlerin varacağı en yüksek aşama saymıştı.

MARX, kapitalist toplumda zamanın iki büyük alana bölündüğünü söylemişti: Zorunluluk alanı, özgürlük alanı. Yaşayabilmek için zorunluluk alanı, gelişebilmek için özgürlük alanı.

Romancı ORWELL, 1984’de, faşizmin böyle özgür bir alan tanımadığını, köleliğin öbür alanda da devam ettiğini öne sürmüştü.. Gerekirse sopayla, zorla. Büyük birader hep gözlüyordu.

Romancı HUXLEY, Cesur Yeni Dünya’da belirli yöntemler kullanılırsa özgürlüğü zorla ezmeye gerek olmayabileceğini, insanların güle eğlene boyun eğmesini sağlayan haplar, hobiler, yöntemler geliştirilebileceğini anlatmıştı.

Kültürel eleştirmen NEIL POSTMAN “Eğlenmekten Çatladık” adlı kitabında televizyonun egemen olduğu ortamda her şeyin eğlenceye dönüştüğünü, eğlendiriciliğin en önde gelen kültürel özellik haline geldiğini, bunun ciddiyeti ve rasyonel düşünceyi kovduğunu anlatmıştı.

İletişim profesörü DALLAS SMYTHE televizyon seyircilerini ekran önünde daha uzun tutmak için her yola başvurulduğunu, çünkü seyircilerin meta olarak reklamcılara satıldığını göstermişti.

Ve nihayet, filozof BYUNG-CHUL HAN, dijital teknolojinin kesin egemenliğini kurmasıyla, seyirci ve kullanıcıların yalnızca satılmakla kalmadıklarını; büyük bir hoşnutluk içinde tüm hayatlarını bu yeni “neoliberal” hayat tarzına adadıklarını, kendilerini baskı altında görmedikleri için ona karşı başkaldırmayı akıllarından bile geçirmediklerini anlatmıştı. Artık enformasyon reel hayatın yerini almıştı, her şey, reyting, tık ve alkıştı. Her kafadan bir ses çıkarken, herkes her şeye inanmaya hazırdı. Hakikat anlamsızlaşmıştı.

Don’t Look Up dünyamızı işte bu kavşak noktasından anlatıyor.

Teknolojik üretimin gelişmesi ve sendikal mücadelenin başarı kazanmasıyla iş dışı zaman artmış, çalışma süresi bazı ülkelerde haftada dört gün ve günde altı saate inmişti. Bu, boş zaman iyimserlerini umutlandırmışlardı.

Don’t Look Up neoliberal kapitalist düzende sonucun ne olabileceğini kara mizahla da olsa başarıyla anlatıyor. Durum vahim, fakat ciddi değil. Çünkü kimse ciddiyeti sevmiyor.

BENİM HALKA NEREYE DÜŞER?

Peki, benim 1980 yılında dünyanın en önemli iletişim dergilerinden Media, Culture and Society’de çıkan makalem bu düşünce zincirinde nereye düşüyor?

Önce o araştırmayla ilgili biraz bilgi vereyim: Cleveland State Üniversitesi’nde Amerika’nın önemli sosyologlarından arkadaşım Prof. Dr. John Robinson zaman kullanımındaki değişimlerle ilgili küresel bir araştırmayı yürütüyordu? Toplumların, bireysel düzeyde, zaman kullanımı yıldan yıla nasıl değişiyordu? Elinde çok veri vardı. ABD verilerini bana verdi, değerlendir dedi. Ben de bu makaleyi yazdım.*

İyi ki yazmışım. Sizce benim halka zincirin neresine düşer?

Bence, Postman ile Smythe arasında bir yere. 1970’lerin sonlarında boş zaman alanı televizyon tarafından hızla ele geçiriliyordu ve bu masum bir tercihten ibaret değildi. İşin içinde “iş” vardı.

Neo-liberalizmin dijital çağında “boş” zaman kalmadı. Her şey dolu, her şey iş!

ABSTRACT

In this entry of the North Star essay, I remember, and remind myself an article co-authored with John Robinson, well-known professor of sociology whose prime area of interest was the changing patterns of time use. He gave me the findings of the US survey and asked me to comment on it. The article published in Media, Culture and Society in 1980 was the outcome. In it I noted the massive increase in TV viewership at the expense of everything else, looking like an invasion of the “free” leisure time by the very forces that dominated the realm of necessity, using the term by Marx. That invasion and colonization has continued ever since, gaining further speed thanks to the digital media, producing a world depicted in the provocative film, Don’t Look Up.

The situation is grave but not serious!

*Yazının tamamına bu linkten ulaşabilirsiniz.

*The entire article is served from this link.

Paylaş:

6 Yorum

  1. Bülent püsküllü Bülent püsküllü

    Haklısınız boş zaman yok,olsa da boş işler için elimizde ki telefonla zaman öldürmek var….belki de bu yüzden look up yapıp ellerini cebimize rahat ça sokuyorlar….

  2. Yasin Ceylan Yasin Ceylan

    Fevkalade önemli bir öngörü. Prof. Haluk Şahin’i kutluyorum.

  3. Ayşe Özgün Ayşe Özgün

    Olabilir.

  4. Emre Kalfa Emre Kalfa

    Sayenizde tam özgün ve kati perspektifimi sağlamış olmamın tembelliğinin tadını çıkaracakken yine daha fazla düşünce ve içsel tartışmanın kapısında buldum kendimi. Var ol kıymetli Haluk Hocam!

  5. I have read so many posts about the blogger lovers however this post is really a good piece of writing, keep it up

  6. whoah this blog is wonderful i really like reading your articles. Keep up the great paintings! You realize, a lot of people are hunting round for this info, you could help them greatly.

Bülent püsküllü için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir