“Eden bulur, çalışan kazanır, isteyen gelişir.”
Benim toplumsal mutluluk endeksim bu üç denklemden oluşur.
Farklı dönemleri ve ülkeleri değerlendirirken öncelikle onlara bakarım.
“Eden bulur” adalet denklemidir. Suçluların cezalandırılmadığı ve suçsuzların cezalandırıldığı toplum bir iğneli fıçıdır.
“Çalışan kazanır” hakkaniyet denklemidir. Çalışanların az, çalışmayan bazılarının ise çok kazandığı bir ekonomik düzen kötülük tarlasıdır.
“İsteyen gelişir” denklemi “özgürlük” ölçütüdür. Tüm toplum üyeleri kendi hayatlarıyla ilgili temel eğitsel ve kültürel seçimleri yapmakta serbest olmalıdır.
Günümüz Türkiyesi’ne “adalet” endeksinde kaç puan verirsiniz? Osman Kavala’nin beş yıldır hapiste olduğu bir ülkenin karnedeki yeri nedir?
Ya “hakkaniyet” denkleminde? Enflasyonun yüze 100 dolayında olduğu bir ülkede kim çalışmakta ve kim kazanmaktadır?
Peki özgürlük ölçütü? İnsanlar hayat tercihlerini yapıp uygulamakta ne kadar başarılıdır? Kendi hayatını yaşamak isteyen kadınların yüzlercesinin öldürüldüğü bir toplumun mutlu olduğu iddia edilebilir mi?
İRANLI KADINLARIN DİRENİŞİ
Evet, kadınlar! Özellikle İranlı kadınlar! Kendilerine dinci erkekler tarafından empoze edilen giyim tarzını protesto eden ve bu yüzden öldürülen, hapse atılan, idama mahkum edilen İranlı kadınlar.
Onların özgürlük direnişini on yıllardır hayranlık ve saygıyla izlemişimdir.
Amerika’da dünyanın en iyi üniversitelerinden birinde doktora yapan bir İranlı kadın tanıdığım, babasının ölümü üzerine Tahran’a gittiğinde uzun elbisesinin altından ayak topukları göründüğü için Ahlak Polisi tarafından ayaklarına sopa ile vurularak uyarılmıştı!
Böyle bir düzene tahammül edilebilir mi?
Ama benim tanıdığım İranlı kadınlar vatanlarından hiç vazgeçmediler. Çok özel bir ülkenin çocuğu olduklarını hiç unutmadılar.
Ve kendilerini çok iyi geliştirmek için çaba gösterdiler. Çalıştılar ve kazandılar. Bugün dünyanın pek çok yerinde en önemli kürsülerin başında İranlı kadınlar vardır.
İran’da üniversitelerden mezun olanların yarısından fazlasının kadın olduğunu biliyor musunuz?
İKİ KADININ HİKAYESİ
Bundan altı yıl önce İsfahan’da, şu günlerde, yazları kuruyan ırmağın üzerindeki köprüleri incelerken bir kadın gelip düzgün bir İngilizceyle nereli olduğumu sormuştu. İstanbul’dan geldiğimi öğrenince Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı adlı romanını çok beğendiğini söylemişti. Nedenini sorduğumda:
“Bizim buraların hikayesi!” demiş ve eklemişti:
“Mizah yeteneği burada diğer romanlarından daha belirgin!”
Demek Orhan Pamuk’un kitaplarını böyle bir yargıya varacak kadar biliyordu. Bilgisayar sektöründe çalışıyordu. Hem bilgiliydi, hem de meraklı.
Aklıma ondan iki gün önce Yezd kentinden rastladığım 10 yaşındaki kız çocuğu geldi.
Muharrem ayındaydık ve yas törenleri tüm ülkede olduğu gibi Yezd’te de devam ediyordu. Törenleri kendi gözlerimizle görmek istediğimizi söyleyince bizi büyük bir spor salonuna götürdüler, balkona aldılar. Aşağısı tıklım tıklım doluydu. Kadınlar ve çocuklar salonun bir tarafında, zincirle ritmik olarak sırtlarını döven matemciler öbür tarafındaydı. Matemciler sürekli değişiyordu. Meğer farklı mahallelerin ekipleri bir yarışma gibi sahne alıp kendi sloganlarıyla bir süre dövünürlermiş.
Bu sırada o kız çocuğu geldi. Aşağıda babası dövünme sırasını beklerken, annesi kadınlar bölümünden seyrediyormuş. Rehberimize kim olduğumuzu sormuş, bizimle tanışmak istemiş.
Ona İstanbul’dan geldiğimizi söyleyince gözleri parladı, ileride İstanbul’u görmek istediğini söyledi. Ben de ona büyüyünce ne olmak istediğini sordum:
“Şarkıcı!” dedi.
Şaşırdım, çünkü mollaların İran’ında — Hafız’ların, Sadi’lerin, Ömer Hayyam’ların İran’ında! — kadınların müzik yapmasına ve şarkı söylemesine izin verilmiyordu.
“Var mı ailende şarkı söyleyen?” diye sorunca :
“Babam! Çok güzel söyler!” yanıtını aldım.
Eminim şu sıralar sokaklarda protesto gösterisi yapan liseli öğrenciler arasındadır! Umarım bir gün İstanbul’a gelir ve konserler verir!
İnsanların yarısının şarkı söylemesini yasaklamak ne büyük bir haksızlık ve küstahlıktır! Bunun Tanrı adına yapıldığını iddia etmek o kavrama ne büyük bir hakarettir!
İranlı kadınlar! Onların kendilerini özgürce geliştirmelerine izin verilmedi. Bu yüzden mutsuz oldular ama umutsuz olmadılar! Asla pes etmediler. Bugün değilse bile çok yakında kazanan onlar olacaktır!
ABSTRACT
In this article I try to express my admiration and respect for Iranian women for their courage and tenacity in defending their human rights against the oppressive Molla regime. I remember a school girl I met in the Iranian city of Yezd six years ago who wanted to become a singer when she grew up, even though public singing by women was not allowed. I am sure she is among the protestors requesting human dignity and freedom for women in her beloved country.
İranlı kadınları tam benim tanıdığım gibi anlatmışsınız. Altı yedi yıl önce İran’a gittiğimde sormuştum İran’da kadın sorunu ne durumdadır, diye. Aldığım yanıt şöyleydi: “İran’da kadın sorunu yoktur, erkek sorunu vardır”!
Hollanda’da iltica etmek zorunda kalmış çok İranlı var. Aralarında başarılı sayılacak erkek pek az. Ama kadınlar (çoğu kendilerini engellemeye çalışan kocalarını boşayıp rüyalarını/amaçlarını gerçekleştirdiler ve toplumda saygın yerler edindiler. Erkekler, sırf erkek oldukları için elde ettikleri imtiyazlar ellerinden gidince şaşkın olup bocaladılar..
Bir İranlı genç kız vardı. Beni kendisine rol modeli seçmişti. Yollar sonra o Amsterdam VU’de Professor olduğunda ben onun bir Master Class’ına katıldım ve hep birlikte bir de kitap yazdık. Şimdi ben onu genç kozlara rol model olarak gösteriyorum.